bilinmeyen bir kadinin mektubu stefan zweig min - Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Romanının İncelenmesi

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Romanının İncelenmesi

Okunma süresi: 7 dakika

Stefan Zweig, ” Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ” ( Brief einer Unbekannten ) adlı uzun öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz.

Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun ” gönderen ”inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: ” Sana, beni asla tanımamış olan sana. ” Kadın büyük tutkusunu hep bir ” bilinmeyen ” olarak, tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde ” taraflar ” değil, sadece tek bir ” taraf ” vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi ?

Zweig, okurunu bir kez daha insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda ” mutlak aşk ” kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal.

stefan zweig renkli fotograf 02 - Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Romanının İncelenmesi

Yazıda Neler Var?

Romanın İncelenmesi

Burada karşımıza iki tür inceleme yolu / metodu çıkmaktadır:
A. Yüzeysel Yapı İncelemesi
B. Anlatısal Yapı İncelemesi

Yüzeysel Yapı İncelemesi

1. Yazar İle Anlatıcı Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi:

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nda yazar ile anlatıcı arasındaki ilişki ilk elden, birinci derece bir ilişki olarak nitelendirilebilir. Çünkü bu uzun öyküde anlatı kişisi başkahramandır.

Nesnel gerçeklikteki yazar ( erkek ) Zweig iken nesnel gerçeklikten bağımsız olan kurgusal gerçeklikte anlatıcı, karşımıza adını bilmediğimiz, kendisi hakkında bildiklerimiz sadece yazdığı uzunca metinde geçen birkaç cümle ile sınırlı, gizemli, mağrur ve olayların başından geçtiği bir kadın olarak boy gösterir.

Sözcelem öznesi ( yazar – Zweig ) kurmaca olayları aktarmak için metinde benöyküsel anlatıcıyı kullanmıştır. Bunu ” …Çocuğum dün öldü – üç gün ve üç gece boyunca o küçücük, pamuk ipliğine bağlı hayat uğruna ölümle savaştım, kırk saat süreyle, grip onun zavallı, sıcak vücudunu ateş nöbetleriyle sarsarken, yatağının yanında oturdum… ” ( sayfa 2 ) cümlesinden teyit edebiliyoruz.

Burada değinmemiz gereken ufak bir nokta da var ki o da şudur: Söz konusu mağrur kadın tarafından yazılan kadının yazdığı mektubun ” alıcı ”nın eline ulaşma sürecine ilişkin detayların verildiği, mektubun henüz okunmaya başlanmadığı ilk sayfada bir sayfalığına gözlemci anlatıcı kişisi kullanılmaktadır: ” …Yabancı ve huzursuz bir kadının elinden çıkma, acele kaleme alınmış yaklaşık iki düzine sayfaydı, mektuptan çok bir müsveddeye benziyordu. ” ( sayfa 1 )

2- Bakış Açısının ( odaklayımın ) Belirlenmesi:

Sözcelem öznesi ( yazar – Zweig ), birinci dereceden bir kahramanın bakış açısı ile olayları, nesneleri, kahraman(lar)ı, görür, betimler. Öyküdeki olayları anlatan benöyküsel anlatıcı, olayları anlatı kahramanı bilinmeyen kadın kadar bilmektedir. Ondan daha fazla bilgisi yoktur.

Bu anlatıda birliktegörü, yani iç odaklayım söz konusudur. Bu yüzden başkahraman ” bilinmeyen ” kadın hakkında olsun, mektubun alıcısı yardımcı kahraman hakkında olsun bildiklerimiz yalnızca başkahramanın anlattıklarıyla sınırlıdır. Sözcelem öznesi de iç odaklayım nedeniyle kahramanlar hakkında fazlaca bilgiye sahip değildir.

3- Anlatı Kişilerinin İncelenmesi:

Kişi1 ( Benöyküsel anlatıcı ):

” Bilinmeyen Kadın ”, adının hakkını gerçekten vermiş bir anlatı kişisi olarak çıkar karşımıza. Son nefesini vermeden hemen önce ve hayatının en büyük acısını yaşaması – hayattaki tek ve en değerli varlığı olan oğlunu kaybetmesi – üzerine kaleme almış olduğu, yaklaşık iki düzine sayfa kadar süren ve duygularını, acılarını, pişmanlıklarını ve yaşanmışlıklarını en açık şekilde ifade ettiği bu ” intihar ” mektubunda dahi kimliğini açık etmiyor.

Bunu, sevdiği insanı üzmemek, yaşananlar nedeniyle onu vicdan azabına sokmamak, yaşadıklarından dolayı hiç kimseyi, son nefesinde dahi hiç kimseyi suçlu göstermemek için yapıyor.
Buradan, bu ” bilinmeyen ” kadının kesinlikle çok büyük bir saygıyı hak edecek kadar ince ruhlu biri ama bu kötü dünya ve kötü insanları içinse fazla iyi ruhlu bir biri olduğunu çıkarıyoruz.

Kişi2 ( Mektubun alıcısı – aşık olunan erkek ):

Ne yazık ki yardımcı kahramanımız hakkında ” bilinmeyen ” kadının mektubunda yer yer öne çıkan cümleler ve romanın giriş cümlelerinde yer alan ” tanınmış roman yazarı, dağ gezisinden döndü, eve girince eline gazeteleri aldı, hizmetçiler de çayını hemencecik hazır etmişlerdi… ” gibi ifadeler dışında bir şey bilmiyoruz.

Fakat ” mağrur ” kadının kaleminden çıkan dizelerde yardımcı kahramanımızın ” bilinmeyen ” kadının aksine aşktan, aşkı hissetmekten bir hayli uzak oluşunu, prestijli bir ” beyefendi ! ” oluşunu farklı amaçlarla kullanışını, ” bilinmeyen ” kadının onun için hayatına bir geceliğine girip tekrar geri çıkmış kadınlardan farksız oluşunu da görebiliyoruz.

4- Eylemlerin ve Bu Eylemlerin İşlevlerinin Belirlenmesi

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu adlı uzun öyküde ön plana çıkan eylemler daha çok geçmişe dönüş, geçmişten kesitler şeklinde gerçekleşmektedir. Mektubun alıcısının ” bilinmeyen ” kadının hayatına girişiyle başlayan eylemler silsilesi sözcelem öznesi tarafından benöyküsel anlatıcı aracılığıyla dinleyiciye sunulur.

Öyle bir silsile ki ” mağrur ” kadının ortalama olarak 16-17 yılını ve bu süre zarfında yaşadıklarının tamamını hem etkilemekte hem de şekillendirmektedir. ” Gizemli ” kadının mektubun alıcısına duyduğu müthiş aşk sevdiği erkeğe bir geceliğine teslim olmasıyla doruğa ulaşır. Daha sonra dünyaya bu doruk noktasından bir çocuk getirir, mektubun alıcısının çocuğun kendi çocuğu olduğundan birhaber olduğu; annesi gibi o talihsiz çocuk…

Başkahraman, artık sadece bilinmeyen bir kadın değil, o artık bilinmeyen bir annedir de. Aşık olduğu mektubun alıcısından tek hatırası, aşkının birkaç saat içinde hem doruğa ulaştığı hem de yere çakıldığı o müthiş gecenin meyvesi oğlunu tıpkı babası gibi yetiştirmeye, ona en iyi yaşam koşullarını sunmaya, bunun için kendi deyimiyle  ” kendini satmaya ” bile hazırdır. Nitekim bunu başarır da fakat kötü talih kendisinin de oğlunun da peşini bırakmaz.

Oğlunu birkaç gün süren işkencevari bir grip hastalığının sonucunda kaybeden ” bilinmeyen ” anne, artık kendisinin de yaşamasının bir anlamı olmadığı düşüncesiyle ölmüş oğlunun başının ucunda üç gün geçirir. Üç gün boyunca bu ” trajik ” durumlarının hiç kimse tarafından fark edilmemesi üzerine kendini intihar fikrine iyice ikna eder.

Fakat bunu yapmadan önce yerine getirmekle mükellef olduğunu, aynı zamanda bunu yapmazsa rahat edemeyeceğini düşündüğü son bir şey vardır: Ölmüş oğlunun başucunda, mektubun alıcısı olan oğlunun babasına, son nefesine kadar aşık olduğu öykümüzün bilinmeyen bir diğer kahramanı, kendisinin adını dahi bilmeyen bu tanınmış yazara ilk ve son defa bir şeyler söylemek. Bu amaçla da ” Sana, beni asla tanımamış olan sana. ” hitabıyla başlayan bu mektubu, pardon ” intihar notu ”nu kaleme alır.

5- Kurmaca ve Öyküleme Zamanları Arasındaki İlişkinin Çözümlenmesi

Kültürel ve çok boyutlu bir sorunsal olan zaman kavramının incelenmesi, sözceleme durumunun incelenip çözümlenmesi için oldukça önemlidir. Anlatısal tipteki metinlerde zaman olgusunun doğru bir şekilde incelenmesi kurmaca ve öyküleme zamanları arasındaki ilişkinin doğru bir şekilde çözümlenmesine bağlıdır.

Öyküleme Zamanı: Sözcelem öznesinin bu anlatısal metni kaleme aldığı 1920’li yılların ilk yarısı Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrası, savaş tarafları tüm ülkelerin maddi manevi büyük bir yıkım hali ve aynı zamanda devletlerin ve toplumların hızlı bir değişim seyri içerisinde bulunduğu bir dönemi kapsar.

Fakat dönemin büyük Avrupa şehirleri Paris, Londra ve Viyana ile bu şehirlerde yaşayan zengin elit kesimler tarihi dönemin bu olumsuz etkilerini neredeyse hiç yaşamamış gibilerdir: ‘’ Tanınmış roman yazarı R., dağlara yaptığı üç günlük dinlendirici bir geziden sabahın erken saatlerinde tekrar Viyana’yadöndüğünde… ‘’ cümlesinden ve romanın ilerleyen sayfalarında kendine yer bulan kimi ifadelerden hareketle dönemin sosyal yaşantısı ile ilgili çeşitli ipuçlarına ulaşmak mümkündür.

Sözcelem öznesinin bu anlatısal metni kaleme aldığı 1920’li yılların ilk yarısı Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrası, savaş tarafları tüm ülkelerin maddi manevi büyük bir yıkım hali ve aynı zamanda devletlerin ve toplumların hızlı bir değişim seyri içerisinde bulunduğu bir dönemi kapsar.

Fakat dönemin büyük Avrupa şehirleri Paris, Londra ve Viyana ile bu şehirlerde yaşayan zengin elit kesimler tarihi dönemin bu olumsuz etkilerini neredeyse hiç yaşamamış gibilerdir: ‘’ Tanınmış roman yazarı R., dağlara yaptığı üç günlük dinlendirici bir geziden sabahın erken saatlerinde tekrar Viyana’yadöndüğünde… ‘’ cümlesinden ve romanın ilerleyen sayfalarında kendine yer bulan kimi ifadelerden hareketle dönemin sosyal yaşantısı ile ilgili çeşitli ipuçlarına ulaşmak mümkündür.

Kurmaca Zaman: Anlatının en başında 1. Sözce kurmaca zamana gönderme yapan ilk ve hatta son sözcedir: ‘’Tanınmış roman yazarı R., dağlara yaptığı üç günlük dinlendirici bir geziden sabahın erken saatlerinde tekrar Viyana’ya döndüğünde… ‘’ ( sayfa 1 )

Metnin geri kalanında kurmaca zamana işaret eden çeşitli sözceler ( Kadının mektupta geçmişi anlattığı kimi kesitlerde yer yer karşımıza çıkan o gün, o gece, yıllar sonra, o gecenin 17 yıl sonrası gibi… ) bulunsa da bunlar, kurmaca zaman ile ilgili net bir tanım yapabilmemiz için yeterli olmamaktadır. Öte yandan romanda – özellikle de intihar mektubu diye nitelendirdiğimiz mektupta – kurmaca zamanın geriye dönüş tekniği kullanılıyor fakat kurmaca zamanı ele verecek pek fazla bir figüratif unsur da yer almamaktadır. Kurmaca zaman, tutkulu aşkın hikaye edilişinin gölgesinde kalır.

6- Öyküdeki Uzamın İncelenmesi

Öyküleme uzamı olarak anlatısal metinde işaret edilen bir uzam bulunmamaktadır. Nesnel gerçeklikteki yazar Zweig’in bu anlatısal yapıyı kaleme alırken bulunduğu uzam metinde geçen olayın gölgesinde gizli kalmaktadır.

Öykü uzamı da tam anlamıyla belirli değildir. Yardımcı kahramanımız mektubun alıcısının dağ gezisinden döndükten sonra taksiye binip döndüğü evi uzam olarak ele alınabilir. Şayet, ‘’ bilinmeyen ‘’ kadından gelen ‘’ intihar notu ‘’nu da burada okuduğunu ele alırsak bu ‘’ ev ‘’i öykü uzamı olarak sayabiliriz. Öte yandan ‘’ intihar notu ‘’nda geçen olayların yaşandığı …? apartmanının ikinci katındaki karşılıklı iki daire, şehrin sokakları, caddeleri, kahramanlarımızın birlikte yemeğe gittikleri restoran… gibi mekanları da öykü uzamı kapsamında tasnif edebiliriz.

Anlatısal Yapı İncelemesi

Anlatı, bir durum sözcesinin bir edim sözcesiyle başka bir durum sözcesine dönüşmesidir. Buradaki dönüşümden kasıt anlatısal tipteki metnin sonucudur.

1. Metnin Anlatı İzlencesi:

Metnin anlatısal izlencesinde karşımıza özne, gönderen, değer nesne, yardımcı eyleyen, karşıt eyleyen ve alıcı kavramları çıkmaktadır. Öncelikle bu kavramları tanımlamakta fayda var.

Gönderen; Özneyi, değer nesneyi elde etmek için zorlayan durum, kişi veya nesnedir.

Özne; Anlatısal tipteki metnin merkezinde yer alıp değer nesneyi elde etmek için çaba gösteren anlatı kişisidir.

Değer Nesne; Öznenin, gönderenin de baskısıyla elde etmek istediği, elde ederse haz duyacağı durum, kişi veya nesnedir.

Yardımcı Eyleyen; ( Metinde varsa ) Öznenin değer nesneyi elde etme mücadelesinde özneye olumlu destek veren durum, kişi veya nesnedir.

Karşıt Eyleyen; ( Metinde varsa ) Öznenin değer nesneyi elde etme mücadelesinde özneyi engelleyen durum, kişi veya nesnedir.

Alıcı; Özne, mücadele ekseni sonucunda değer nesneye sahip olabilir yani başarılı olursa alıcı adını alır.

Anlatı izlencesinin çözümlenmesi ise bu kavramları metinde yerlerine koymak olacaktır:

Gönderen kavramını, ‘’ bilinmeyen ‘’ kadının mektubun alıcısı R.’ye olan tutkulu aşk olarak eşleştirebiliriz. Tutkulu aşk, öznemiz ‘’ bilinmeyen ‘’ kadını değer nesneyi elde etmesi için baskılayan bir itici güçtür.

Özne kavramımız ise ‘’ bilinmeyen ‘’ kadına karşılık gelmektedir. Anlatısal metnin merkezinde ve olayların içerisinde yer alır başkahramanımız.

Değer nesne, metnimizde tanınmış roman yazarı R.’ye karşılık gelmektedir. Öznemiz değer nesneyi elde etmek, sevdiği tarafından aşkına karşılık bulabilmek için gönderenin de baskısıyla oldukça çetin bir mücadeleye girişir.

Yardımcı eyleyen, metnimizde kendine yer bulamamıştır. Anlatısal tipteki metinlerin genelinde özneyi daha trajik bir durumda göstermek, değer nesneyi elde etme mücadelesini daha da zorlu bir hale getirmek için yardımcı eyleyene yer verilmez.

Uzun öykümüzde ‘’ bilinmeyen ‘’ kadın kahramanımıza değer nesneyi elde edebilme mücadelesinde olumlu destek veren, mücadelesini pekiştiren herhangi olumlu bir durum, iyi bir sonuç, kişi veya nesne bulunmamaktadır. Bu durum, metnimizi daha da trajik bir hale getirmekte, okurun ilgisini daha çok çekmektedir. Böylece de okurun karşısına metnin sonucunda mücadelesinde başarısız olmuş olsa da daha güçlü bir kahraman ( özne ) çıkarılmakla birlikte ortaya okur açısından daha dramatize edilmiş bir eser çıkarılmaktadır.

Karşıt eyleyen ise metnimizde kendine çokça yer bulmaktadır. Bu, yine anlatısal tipteki metinlerin karakteristik özelliklerinden biridir. Değer nesneye sahip olmak isteyen özneyi engelleyen sayısız etmen vardır. ‘’ Bilinmeyen ‘’ kadın kahramanımızın aşkına karşılık bulmasını da metnimizde mektubun alıcısının kadını bir türlü fark etmemesi, kadının ailesinin o şehirden farklı bir şehre taşınması, kadının aşkını ifade etmede yaşadığı cesaretsizlik, umutsuzluk, çocuğu dünyaya geldikten sonra ise sevdiği adamın karşısına çıkmayı gururuna yedirememesi, tanınmış roman yazarı R.’nin kendisini para avcısı bir kadın olarak nitelendirmesinden korkması… gibi durumlar karşıt eyleyen görevini üstlenmekte ve başarılı olmaktadırlar.

Alıcı kavramı da uzun öykümüzde kendine yer bulamayan bir diğer eyleyendir. Çünkü,
‘’ bilinmeyen ‘’ bir kadın öznemiz mücadele sonunda ne yazık ki değer nesneye sahip olamamakta, aşkına karşılık, hayatına bir eş, oğluna bir baba bulma konusunda başarısız olmaktadır.

Anlatısal tipteki metinlerin sonuç bölümünde öznenin değer nesneyi elde edip edememesine bağlı olarak karşımıza iki sonuç çıkmaktadır: Ayrışımsal durum sözcesi, bağlaşımsal durum sözcesi. Ayrışımsal durum sözcesi, öznenin değer nesneye sahip olamama durumudur. Anlatısal metinler de genellikle ayrışımsal durum sözcesiyle başlar ve metnin gidişatına göre farklı durum sözceleri ortaya çıkar.
Bağlaşımsal durum sözcesi ise öznenin değer nesneye sahip oluşunu, mücadelesini başarılı bir şekilde sonuçlandırmasını ifade eder. Mücadele sonucunda özne, değer nesneye sahip olursa bağlaşımsal durum sözcesi söz konusu olur.

‘’ Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ‘’ adlı uzun öykümüzde de başlangıç durumunda öznenin değer nesneye sahip olamayışı nedeniyle ayrışımsal durum sözcesi, metnin sonunda – mücadele sonucunda – da öznenin değer nesneye sahip olamaması nedeniyle yine ayrışımsal durum sözcesinden bahsedilebilir.

Makale: Mehmet Emin Soylu

Wikipedia

Yazar: Mehmet Emin Soylu

Ben Mehmet Emin Soylu 2008 yılından bugüne, İnternet ve teknoloji ile ilgileniyorum. Teknoloji, tasarım ve eğitim gibi konularda yazılar yazıyorum.

1 thought on “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Romanının İncelenmesi

    Yura Kaori

    (20 Şubat 2019 - 19:51)

    Ben de daha yeni, geçen hafta elime aldığım gibi bitirdim. İçim nasıl gitti anlatamam. Bu da benim kitaptaki enn etkilendiğim söz; “Sabret sevgilim, beni dinleyeceğin bu çeyrek saat yüzünden yorulma, çünkü ben seni bütün bir hayat boyunca sevmekten yorulmadım.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir